Fazıl Tütüner
Kentimizde sanatsal, kültürel, bilimsel çalışmalar otuz yıldır yükselmektedir. Yeni oluşumlar, kurumlar, mekânlar, yaratıcı insanlar ve yapıtları çoğalmaktadır.
Üniversiteler, güzel sanatlar/edebiyat fakülteleri, konservatuvarlar;
Opera, bale orkestra, koro, tiyatro kadroları;
sanat dernekleri, kültür merkezleri kentin sanat ve kültür alanını büyütüyor,
güçlendiriyor, çeşitlendiriyor.
Kitap, dergi yayımları; kurslar, fuarlar, söyleşiler, paneller;
felsefe, resim, fotoğraf, film etkinlikleri; festivaller;
enstrüman, beste, oda müziği yarışmaları çoğalıyor.
Olumlu gelişmeler yanında ne yazık ki yoksulluk, işsizlik, karamsarlık, umutsuzluk, saldırganlık olağanlaşmaktadır;
insanı insanileştirecek kültür, sanat, edebiyat etkinlikleri,
herkese ulaşamamaktadır.
Okumak, yazmak insanı çıkmazlarından kurtarabilir. Okumakla insan yaşamdan aldığı doyumları çoğaltabilir.
Başkalarınca yaşanmış, yazıya aktarılmış, bizim içinde olmadığımız yaşantılar, okuyarak, bizce de duyumsanabilir. Böylece şiirlerle, öykülerle, romanlarla hayat genişletilebilir. Huzur, ahenk, iç barış, yaşama yeni bakışlar yakalanabilir.
İranlıların şiirle yatıp, şiirle kalktığı söylenmektedir. İranlıların şiirde bulduğu nedir?
Çam ormanları, içinde yürümeye; karlı dağlar zirvelerine erişmeye; kayalarda patlayan dalgalar seyredilmeye; kuşlar şarkılarını dinlemeye çağırmaktadır. İnsanlar ve şehirler yazılmayı beklemektedir..
Şehri adım adım gezmeli, küçük dar sokaklara girmeli. Konsomatris kadını sevdiği için işinden atılan, bir zamanların klarnetçisi, günümüzün ayakkabı boyacısı ile sohbet etmeli, Sokak Kitabevi’nde şiir seçmeli. Dizelerden şehri dinlemeli. Kültürhane’de nesnel gerçekliği olmayan Perihan yaratıp söyleşmeli. Köşeye çekilip, kauçuk ağacının altında yazmayı denemeli. Akşam viyolinle viyolonselin bitimsiz aşkını dinlemeli. Eve dönerken gece, bu şehir kimliksiz diyenlere sessizce gülmeli. Şehrin kimliğini sözcüklere dökmeli.
Okumanın ikiz kardeşi yazmak, yazmanın ikiz kardeşi okumaktır. Okumak ve yazmak, kendinle konuşmaktır. Babil’in asma bahçelerini kapattığı göz kapaklarının ardında seyretmektir.
Fransız filozof Roland Barthes: her okumanın bir yeniden yazım olduğu savını ileri sürer.
Okuyorum, o zaman yazıyorum. Yazıyorum, o zaman okuyorum.
Düşlemler, duygular, özlemler, sevinçler, hüzünler, tutkular taşar insandan. Taşan ne varsa, toplar, anlatır yazar… Yaşadığı, izlediği başlangıcıdır yazdıklarının, gerisi kurgudur.
Okur, başka ortamların, ilişkilerin, zamanların içine girer okudukça.
Yabancı yakınlaşır. Mesafeler kısalır, sınırlar kalkar, bugün dünle harmanlanır. Okumak doğayı, insanı tanıtır; düşünmeyi tetikler, dilin zenginliğini yaşatır. Afrikalı Leo’yu, savaştaki kadını, harakiri yapan samurayı, İnce Mehmet’i anlatır. Mersinli yazar Turan Ali Çağlar “Zalalı” romanında, Toroslardaki yaşamı anlatır.
Celal Soycan “kaynağı kuruyan musluk sefaleti” der hadde başlıklı son şiirinde, düşündürür beni.
Yankı alamayan, çekmecede, dolapta bekleyen eser solar, unutulur. Yazar, okurla birlikte açılır açık denize. Okur ayrılırsa, kıyıda yalnız kalır yazar.
Söyleşilere katılma, okurdan gelen yankıyı taşır. Yazanlarla okuyanların uluşmasıdır.
Bilgi, ilgi, düşünce, esin paylaşımıdır.
Yazmaya başlayanlara cesaret aşısıdır.
450 yıl önce yaşamış Shakespeare’i insanlar niye okurlar ki; onun tüm dünyada oynanan, etkisi bitimsiz yapıtları Hamlet’i, Makbet’i, Kral Lear‘i sahnede seyretmek için, niçin çok para verirler ki ?
5.000 yıl önce tabletlere yazılmış Gılgamış destanından Nevit Kodallı Hoca niye opera yaptı ki? O destanın günümüzün insanına söyleyecek sözü mü var?
Evet, sözler var taşa yontulmuş, binlerce yıl ötesinden, günün insanını dönüştüren. Okumak pusuladır, yürünebilecek yolları sıralayan; yürünmemesi gereken yolları uyaran.
İtalyan faşistler, 1943 yılının bir aralık gecesinde İtalyan kasabası Ferrara’da Roma caddesinin kaldırımında on bir kasabalıyı kurşuna dizdiler. 77 yıldan bu yana Ferraralılar, yürümüyorlar o kaldırımda. İtalyan yazar Giorgio Bassaani yazdı “Surların İçinde” adlı kitabında. Nerden bilinecekti o kasaba, soylu duyarlılığı Ferraralılar’ın, yazmasaydı Bassaani.
İnsanın insana uyguladığı şiddetin, kıyımın türlerinin çeşitliliği ve bolluğu kahretmektedir insanı, Naziler, toplama kamplarında yüzlerce Yahudi çocuğu, bir ile on yaş arası, canlı canlı ateşe attılar.
Kötülük, barbarlık, bağnazlık, dincilik, karartmasın yüreği. Teslim alamasın insanı kara anlar. Kapatmasın aklı ve güzelliği. Kitapları toplayıp yaktılar meydanlarda, teslim almak için insanı. Teslim aldılar, kitaplardan sonra insanları yaktılar.
Okumakla insan, kendini kuşatan koşulları aşabilir, daha anlamlı bir dünyaya geçmesinin gerekli ve zorunlu olduğunu duyumsayabilir; cesaret edemediği atılımlarını anımsayabilir. Bencil, korkak, haksız, umursamaz, kibirli olduğu;
direnmeden teslim olduğu; verebileceği yardımı ve sevgiyi esirgediği anlarını hatırlayıp sorgulayabilir. Davranabilir ardından.
Okuduğu kitabın satırlarında “insanı kendi yapar” sözüne rastlar okuyucu elbet bir gün. Ardından “en büyük eserim kendimim ” sözü şaşırtır onu. Oysa insanı, ana babanın, okulun, çevrenin, başkalarının, yaptığı sanılır. Kendini yapmak sözü kafasını karıştırır; anlamaya çalışır. Okumak, kendini yapmanın araçlarındandır.
Hikmet Şimşek demişti ki: “Ruslar, Çaykovski çıkartabilmek için, daha önce iki bin besteci çıkarttılar”… İnsanımız yapsın kendini, binlerce besteci, binlerce yazar, binlerce yapıt çıksın dünyaya; doğurgan birlikteliğinden insanlarımızın.
Damdan atarak kendini boşluğa; canına kıyan, aç öğrenci kız yaşayabilirdi belki, bir ozanın dizelerinde yaşamanın sevincine tutunabilseydi. Aşabilirdi belki, aş bulmanın zorluğunu; güç toplardı belki, güzel günlere dönecek.
Bugünün kitap okuyan çocuklarından çıkacak dünya yazarı. Bir kentten dünya ressamı, renkleri bol Ahmet Yeşil çıkıyorsa, o kentten dünya yazarı da çıkacaktır. Bilim yükselecekse, edebiyat yükselecekse, yaşam da yükselecektir; Yaratıcılık coşacaksa, uygarlık da coşacak, kılcal damarlara değin yayılacaktır..
Öyküler içeren yeni dergiyi bekleyen varsa kitapçıda sabah erken, taze sıcak simidi bekler gibi; orada kesin bir kadın bir erkek öykü yazmaktadır/yazacaktır. Çukur bir ovada, seyrediyorsa gökyüzünü her sabah erken, ya bir kadın, ya bir erkek, yazacaklardır kesin, yükselişini güneşin. Bir adam oturuyorsa salkımsöğüt altında; ufka bakan, dalgın, uzun uzun, dinliyorsa rüzgârın esişini, başlamaktadır yazmaya öyküsünü, kalemsiz.
Her yönden, her kültürden göç alması; binyıllardır üzerinde kurulu liman kentleriyle dünyayla ilişki kurması, topraklarının mümbit, ormanlarının zengin, sunduğu ürünleri çeşitli, dünyayla buluşmak isteğinin güçlü olması Mersin’in kimliğidir.
Derin tarihi, çeşitlikler barındıran coğrafyası, uygarlıklardan kalan geniş kültür mirası,
zengin doğasının üzerinde yaşaması, dünya dillerini konuşabilen, dünyayı tanıyan ve dünyaya açılan tacirleri olması, Mersin’in kimliğidir. Farklı inanışlarla, kökenlerle, farklı düşüncelerle barışık ve yan yana yaşamak; Akdeniz şehri olmak, Mersin’in kimliğidir.
Düşünce ve kültür zenginliği; özgür sanat, bilim, edebiyat ortamı insanı dönüştürür; özgürlük eksik olduğunda insan kapanır, korkar, kahramanlar dışında cesaret göstermez. İnsan dönüşünce kent dönüşür. İnsanlar yoku yoktan var etmeye, kent ve insanları dünyaya ses vermeye başlar.
İnsan yücedir, mükemmeldir, soyludur, yiğittir. İnsanın insana tutulması boşuna değildir. İnsan sevilir, insana aşık olunur; horon tepilir çayırlarda el ele. Hazır olmak, yiğit olmak, efe olmak gerekir, kurtarmak için kadını, korumak için çocuğu, erişmek ve sürdürmek için uygarlığı. Dizeler dizmeli belleğe, deyişler, içerikler; kahramanların yürüdüğü yolları gösteren..
Kütüphaneler kurulmalı, zihinleri kuşatılmışlıktan, akılları tutulmaktan kurtaran. Yaratıcılık, umut, cesaret büyür, özgürlük olunca. Üretmenin yolları açılır, aş çoğalır, şiire öyküye zaman kalır. Yaşamak sevinçlerin toplamıdır. Hüzünlerin toplamı olmamalı. Atma kendini boşluğa güzel kız, yakma kendini baba adam. Sevinçler, sevgiler, anılarımız, şiirler var paylaşacağımız.
31 yıl önce buluştuk bu çatının altında. Yetenekler ışıdı. Beceriler meydan buldu. Güzel olsun istedik, sokak, kent ve insan.
Rengimiz uygarlık, yansıyor, yansıyacak.
Duyarlı, yaratıcı, üretken, barışık, yararlı olmak; herkesin kendi olmak, kendi sesini vermek dünyaya emeldi. Söylemlerinden yazarların, dizelerinden ozanların; düşüncelerinden düşünürlerin, tınılarından bestecilerin, büyüsünden doğanın beslendik..
Söyleyecek sözlerimiz; dizilecek dizelerimiz, yürünecek yollarımız var şimdi.
Bilim, sanat, düşünce özgür olsun. Önce yaşatmak insanı, sonra yaşanılası olsun. Hayalleriniz yüksek; sevinçleriniz bol olsun, Buluşlarınız, cesaretiniz, kardeşliğiniz yüce olsun. Yapıtlarınız, kurduklarınız, söylemleriniz nesiller boyu var olsun.
Selam olsun.