İhsan TOKSÖZ
Bu köşedeki yazılarımın amacı kent yerel yönetimlerinin, kurum ve kuruluşlarının sanata bakış açılarını, ilgi ve katkılarını irdelemek, sivil toplum örgütleri ile diyaloglarını artırmak, sanat etkinliklerinin insan yaşam kalitesini nasıl artırabileceği konusunda imece çalışmaların önünü açmak için önerilerde bulunarak kamuoyu oluşturmak, tüm bu amaçlara yönelik ortak bir kent kültür-sanat vizyonu ile saptanacak yol haritalarının ışığında stratejik plânlamaların yapılması ve uygulanmasında katkı sağlamaktır.
Bu plânlamalar yapılırken sadece, kent ve bölge düşünülmemelidir tabii. Sanat bir kentin, yörenin, ülkenin uygarlık notunun yükseltilmesini sağlayan bir kaldıraçtır. Bu nedenle stratejik plânlamalar yapılırken sanat etkinliklerinin sadece kent boyutu ile ele alınması eksiklik olacaktır. Ulusal ve uluslararası boyutlarda yapılacak etkinlikler kentin yurt ve dünya sanat ajandasına girmesini sağlayacak ve kent imajını parlatacaktır. Yerli ve yabancı turistlerin kent ve bölgeye ilgisini artıracaktır.
Bu konuda örnekler sayısız. Bugün dünyada belirli sanat dallarında isim yapmış sanatçılarıyla övünen, anılan, bunu turizmine yansıtan birçok kent ve ülke var. Bir örnek vermek gerekirse; Avusturya bunların en başında geliyor. Viyana bugün klâsik müziğin kalbinin attığı yer olarak tanınıyor. Bunu da çok başarılı bir şekilde yaptığı iletişim-halkla ilişkiler (PR) çalışmalarıyla sürdürüyor. Kent tüm dünyada Mozart’ın kenti olarak pazarlanmakta. Ünlü Mozart filminin de buna büyük bir katkısı oldu. Mozart çikolatası, Mozart likörüne kadar götürmüşler işi. Mozart resimli kahve kupaları, bardak altlıkları, tişörtler her yerde vitrinlerde. Piyano tuşları ve müzik notaları ile bezeli kahve kupaları, kâğıt mendiller, peçeteler hatta tuvalet kâğıtları ve sair hediyelik eşyalar kentin müzik geleneğine göndermede bulunuyor. Gelen turistler, ilgisi-bilgisi olsun olmasın, zaten binası bile bir mimarî sanat eseri olan, Viyana Operası’na gitmek için can atıyor; caddelerde ortaçağ giysileri giymiş çığırtkanların önerileriyle turistik müzik gecelerine katılıyorlar.
Ülkemizden de bir örnek vermemiz gerekirse Eskişehir’i gösterebiliriz. Eskişehir kültür-sanatın bir kent için önemini bilen, bu konuda kararlılıkla çalışarak büyük bir kentsel-sanatsal “dönüşüm”e imza atan bir yöneticinin başarı öyküsüdür.
Mersin bu konuda kolu kanadı kırılmış, yıllardır kültür-sanat politikaları, plânlamaları ihmal edilmiş, “güdük” kalmış bir kent. Yok, bu cümle yeterli derecede “uyarıcı” olmadı! Hadi pek fazla kişinin yazmadığı gerçeklerin altını çizerek biraz daha “acımasız” olalım:
Mersin sanata yatkın, donanımlı ve yetkin yöneticilerden uzun yıllar yoksun kalmış bir kent. Yerel yönetimlerin gündeminde “sanat” ciddi olarak ele alınmamış; “… mış gibi” proje ve uygulamalarla yetinilmiş (ancak burada bir parantez açıp bir önceki Yenişehir Belediye Başkanı Sayın İbrahim Genç’in vizyonerlik başyapıtı Atatürk Kültür Merkezi’nin yapılmasını teşekkürle anmak isterim).
Kentte sanatla ilgili ne yapıldıysa halkın isteği ve sivil toplum kuruluşları öngörüleri ve eylemleriyle hayata geçirilmiş. Üniversitenin açılması, 4. Devlet Opera Balesi’nin kentimizde kuruluşu vd. böylece gerçekleştirilmiş. Mersin sivil toplum kuruluşlarının çabalarıyla sanatla tanışmış ve iç içe olabilmiş.
Kültürün ne olduğunu algılayamayan; eski Mersin’e ait ne varsa yok eden, rant için sahillerinin yağmalanmasına göz yuman, denizle bütünleşen kenti denizden koparan, sadece günü kurtarmayı ve gelecek seçimde tekrar seçilerek koltuklarını korumayı düşünen yöneticiler ve alt kadroları kenti mahvetmişler. Bir kenti yönetmenin sadece altyapı yatırımları (!), yollar, kaldırım yenilemeleri, park ve eğlence mekânları vd. yapmak demek olmadığını, kentin kültür izlerini korumak, sanata kucak açarak kentin en geri kalmış mahallelerine kadar götürmek, sanatla insanları eğitmek, dünya kültürleriyle tanışmalarını sağlamak, uygar etkileşimler kurabilmelerinin zihinsel yollarını döşemek demek olduğunu görememişler.
Artık kent iskeleleri yok, Zafer Çarşısı’nın yerindeki güzelim kilise, taş ocağı olarak kullanılmış, yerinde yeller esiyor (bu taşlarla Halkevi ve Tevfik Sırrı Gür Lisesi’nin yapılması yanlışlığı düzeltmiyor). Bugün Kent Müzesi yapılması plânlanan Taş Bina’nın arkasındaki Messageries Maritimes binası yerle yeksan edilmiş. Kent içindeki mezarlık taşınırken tarihi mezarlar kırılmış dökülmüş. Ve daha niceleri…
Uray Caddesi’ndeki binaların restore edilerek kente kazandırılmasına yönelik restorasyon projesi son on yıldır kısır çekişmelerle hayata bir türlü tam olarak geçirilememiş durumda. Binaların kültür-sanat amaçlı bir “eski kent” görünümünde kullanılması konusundaki önerilerimiz yankı bulmuyor. Yöneticilerden çıt çıkmıyor. Eski Vilayet Binası’nın Jandarma’ya tahsisi örneğinde olduğu gibi, masa başında verilen kararlarla kentin geçmişi ile bütünleşmesi beton duvarlarla önleniyor, bu şansı yok ediliyor.
Bugünlerde geçmişin kültür yuvası Çankaya İlkokulu’nun yerinin ticari parsel olarak kullanılması konusu gündemde! Binanın durumu içler acısı, yıllardır kaderine terk edilmiş. Bu konuda kent duayenleri, okul mezunları devrede. Kararı eleştiriyorlar, ses veriyorlar ama yöneticilerden çıt çıkmıyor. Kapı duvar. Yapılan öneriler kulak arkası ediliyor, cevaplanmıyor. Eski yıkıcı, yok edici “Ben yaptım oldu!” statükocu zihniyeti halâ hüküm mü sürüyor sorusu akıllarımıza takılıyor.
Öyleyse artık örgütlenmiş kent yönlendirmelerinin sırası gelmiş görünüyor. Mersinlilerin kentlerine daha fazla sahip çıkmalarının zamanı gelmiştir diye düşünüyorum. Çankaya İlkokulu’nun kepçe darbeleriyle yok edilmeden önce sahiplenilmesinin de bunun ilk kilometre taşı olmasını umut ediyorum. Yöneticiler kenti, kentte yaşayanlarla birlikte yönetmeli ve bunun keyfine varmalıdır artık.
Yaz başından beri yerel yönetimlerin yöneticileri değişti. Yapılan umut verici çalıştaylarla gereksinimlerin fotoğrafını çektiler. Yapılan hizmetlerdeki çeşitlemeler ortak aklın ürünü eylemler konusunda umut veriyor. Ortak bir kent ve kentlilik bilincinin oluşmaya başladığını görüyoruz.
Gözlemlediğim kadarıyla, hangi partiden olurlarsa olsunlar, yeni yöneticiler kültür ve sanat konularında daha bilinçli ve atılımcı. Ama bu işlerde kişisel eğilim, eğitim ve yetkinlikler para etmiyor. Alt kadrolar kifayetsiz. Yerel yönetimlerin tutucu meclis yapıları hala değişime direniyor. Bütçeler delik. Neyin ne zaman, nasıl yapılabileceğini yöneticiler de bizler de kestiremiyoruz. Ancak olumlu sinyallerin alınmaya başladığı bugünlerde umutlarımızı muhafaza etmek istiyoruz. Kültür-sanatın kent için olmazsa olmaz yapıtaşlarından biri olduğu gerçeğinin görülerek gerekli olan adımların atılmasını bekliyoruz.
Umarız bu olumlu toplumsal iklim, politikanın acımasız dişilileri arasında parçalanmaz. En azından yerel yöneticiler ortak akılda buluşur ve kent için olumlu işlere birlikte imza atarlar. Tüm yöneticilerin asgari müşterekte buluşarak uyumlu bir şekilde çalışmalarıyla, mevcut sanat kurumları, üniversiteleri ve sivil toplum örgütlerinin de katılımıyla Mersin, kültür-sanatta en üstlere konulan başarı çıtasını aşmalıdır, aşacaktır. Bu bir ortak irade ve hedef koyma meselesidir.
Ne kadar “ütopik” bir yazı oldu değil mi? Ehh, insanlık tarihinde ütopyalar gerçekleştirilmeseydi dünya bugünkü durumunda olmazdı. Ateşin bulunması, tekerleği keşfedilmesi, yazının icadı… Birçok bilimsel buluş olmazdı. Uzaya gidilmez, aya inilmezdi. Kulaklarınız çınlasın Aratos, Kopernik, Galile, Macellan, Jules Verne, Edison, Darwin, Tesla, Einstein ve diğerleri… Onların gerçekleştirdiklerinin yanında günümüz insanının “ortak akılda buluşması” o kadar mı zor?
Mersin bir kültür ve sanat kenti olmayı hak ediyor! Tek gereken diyalog kapılarını açık tutmak ve inançla birlikte çalışmak…
Haydi atın şu işaret fişeğini artık!
20 Kasım 2019, Çarşamba.
 
            
