Baha AKINER

“Sevgilim, yine çıldırmak üzere olduğumu hissediyorum. Yaşadığım o korkunç anlara geri dönemem artık. Ve ben bu kez iyileşemeyeceğim. Sesler duymaya başladım. Odaklanamıyorum. Bu yüzden yapılacak en iyi şey olarak gördüğüm şeyi yapıyorum. Sen bana olabilecek en büyük mutluluğu verdin. Benim için her şey oldun. Bu korkunç hastalık beni bulmadan önce birlikte bizim kadar mutlu olabilecek iki insan daha düşünemezdim. Artık savaşacak gücüm kalmadı. Hayatını mahvettiğimin farkındayım ve ben olmazsam, rahatça çalışabileceğini de biliyorum. Bunu sen de göreceksin. Görüyorsun ya, bunu düzgün yazmayı bile beceremiyorum. Söylemek istediğim şey şu ki, yaşadığım tüm mutluluğu sana borçluyum. Bana karşı daima sabırlı ve çok iyiydin. Demek istediğim, bunları herkes biliyor. Eğer biri beni kurtarabilseydi, o kişi sen olurdun. Artık benim için her şey bitti. Sadece sana bir iyilik yapabilirim. Hayatını daha fazla mahvedemem. Bizim kadar mutlu olabilecek iki insan daha düşünemiyorum.”

Bu mektubu 18 Mart 1941’de eşi Leonard Woolf’e yazar Virginia Woolf. Hani şu İngiliz feminist yazar. İngiliz edebiyatının Nilgün Marmara’sı…

O gün yazdığı iki intihar mektubundan biridir bu. Diğerini ise hemen hemen aynı duygu ve ifadelerle en kıymetlilerinden biri kardeşi Vanessa Bell’e yazmıştır…

O gün gerçekleştiremez bu içini kemiren hissiyatının eylemini. 59 yaşındadır ve son romanı olan “Perde Arası”nı yazmaktadır. Şimdiye kadar 12 roman yazmasına rağmen artık kendini yeterince yetenekli hissetmiyor, yeteneğini kaybettiğini düşünüyordu…

İncedir ya yazarların şairlerin yüreği, sızım sızım sızlar ya; hemen hemen tüm dünyayı etkisi altına alan II. Dünya Savaşı sırasında yaşadığı savaş korkusu ve yeteneğini kaybetmenin vermiş olduğu stres nedeniyle ruhsal bunalıma girdi. Ve 28 Mart 1941’de içinde bulunduğu duruma daha fazla dayanamayıp evlerinin yakınlarında bulunan Ouse Nehrine, ceplerine taşlar doldurarak atlayıp intihar etti…


Bugün bir yazar doğdu dostlar. 142 yıl önce bugün, 25 Ocak 1882’de Londra’da dünyaya gelir Virginia Woolf…

Victoria Devri’nin yani Kraliçenin 1837’den 1901’e kadar süren hükümdarlığı boyunca statüye verilen önem, ihtişam, lüks, zenginlik, savurganlık gibi kavramların hâkim olduğu dönemin tanınmış yazarlarından Sir Leslie Stephen’ın kızıydı. Annesi ve babası daha önce başkalarıyla evlenmişler, dul kaldıktan sonra ise bir araya gelmişlerdi. Her ikisinin de ilk eşlerinden çocukları vardı…

Sir Leslie Stephen’ın ilk eşi, ünlü romancı William Makepeace Thackeray’nın kızıydı. Thackeray’nın eşi akıl hastası olduğundan, Leslie Stephen’ın bu kadından olan kızı Laura, anneannesine çekmiş, 20 yaşında bir akıl hastanesine kapatılmıştı…

Virginia’nın annesi Julia Duckworth ile Leslie Stephen’ın beş çocukları oldu. Sırasıyla; Vanessa, Julian, Thoby, Virginia ve Adrian. Virginia ailenin dördüncü çocuğuydu…

Virginia 13 yaşındayken, annesi ağır bir grip geçirerek vefat eder. Virginia, o yıllarda kadınların ikinci plânda kalması nedeni ile okula gönderilmez fakat babasının kişisel yardımı ile kendini geliştirir…

Kızkardeşi Vanessa Bell daha küçük bir yaşta iken bir ressam olmaya, Virginia Woolf ise bir yazar olmaya karar verir…

Kendisini babasının kütüphanesinde geliştiren Virginia Woolf’un ilk kısa hikâyeleri henüz 13 yaşındayken 1895 yılında bir gazetede yayımlanır…

Özellikle, Viktorya tarzı yaşamaya karşı olan Virginia Woolf, yazılarında da bundan bahseder…

1904 yılında babasının ölümünden sonra kardeşleriyle Bloomsbury’ye taşınması ise hayatında ciddi bir dönüm noktası olur…

Bloomsbury grubu, içinde birçok ünlü edebiyatçıyı barındıran ve cinsel konulardaki özgürlükçü tavırlarıyla tanınan bir grup entelektüelden oluşuyordu. Grupta bulunan birçok kişi eşcinsel ya da biseksüeldi. İnsanlar onları etik bir grup olarak görüyorlardı…

Grupta John Maynard Keynes, E. M. Forster, Roger Fry, Duncan Grant ve Lytton Strachey gibi ünlü kişiler vardı. Virginia Woolf, 1909’da bir süreliğine Lytton Strachey ile nişanlanır fakat bu birliktelik çok uzun sürmez…

Virginia, 1912 yılında Leonard Woolf ile evlenir. Leonard Woolf eşi için bir basımevi kurar ve bu da Virginia Woolf’un yazdığı kitapları yayımlatması için bir fırsat olur…


İlk kitabı The Voyage Out (Dışa Yolculuk)’u, 1915 yılında yayımlar. Bu kitabın yazımı çok uzun sürmüş, bir yıl içinde üç kez tekrar yazılmıştır…


1919 yılında yayımladığı “Gece ve Gündüz”, Virginia Woolf’un ikinci romanıdır. Woolf’un “Bilinç akışı” tekniğini kullandığı daha sonraki modern deneysel romanlarından farklı olarak klasik gerçekçi üslûpla kaleme aldığı bu eser; olay örgüsü, gerçek mekân tasvirleri ve titizlikle betimlenmiş karakterleri, dönemin atmosferini yansıtan özellikleriyle dikkat çeker…

Bu romanda daha sonraki eserlerinin habercisi olarak, nesnel gerçekliğin ve tarihselliğin insan bilincindeki yansımalarını birbirinden oldukça farklı karakterlerde ustalıkla canlandırır…

Roman, I. Dünya Savaşı öncesi Londra’sında geçer. Woolf, dönemin fikir ve ruh dünyasını mizahî ancak sıcak, insanî bir dille anlatır…

Kadın hakları, sınıfsal farklılık, aşk, evlilik ve özgürlük gibi meseleleri, karakterlerinin yaşamları, mücadeleleri, umutları, acılarını işler…

“Gece ve Gündüz”, Katharine, Mary ve Ralph’in hakikat arayışlarında tanık olduğumuz modern insanın yazgısı, bir başkasını anlama çabası üzerine duygulu ve derin metinlerle örülüdür…


Eşcinsel olan Virginia Woolf’un eserlerinde eşcinsel yakınlıklarına bol bol rastlanır. Yazar 1928 yılında yayımladığı ve öteki romanlarına benzemeyen, tümüyle özgün bir düşünce ürünü olan “Orlando” isimli romanını, bir aşk mektubuyla beraber o dönemdeki sevgilisi Vita Sackville-West’e adamıştır…


1929 tarihli “Kendine Ait Bir Oda” adlı romanı ise feminist hareketin klasik bir kitabı olarak kabul edilir…

Kadın hareketinin elden düşürmediği önemli kitaplardan biri olan “Kendine Ait Bir Oda”, Virginia Woolf’un belki de en kolay okunan kitabıdır. Çünkü konu çok somuttur: Kadın ve edebiyat…

Erkeklerin kadınlara bıkıp usanmadan tekrarladıkları ‘ezeli’ ve de ‘ezici’ bir soru vardır: Bizler kadar düşünme yeteneğiniz olduğunu ileri sürüyorsunuz. Madem öyle, neden Shakespeare gibi bir deha çıkaramadınız?

İşte Virginia Woolf bu ‘yakıcı’ soruya, tarihsel ilişkilerin kökenine inip kütüphane raflarında şöyle bir gezindikten ve de kısa bir kadın edebiyatı tarihçesi çıkardıktan sonra esaslı bir yanıt getiriyor. Ve şöyle sesleniyor kadınlara: Para kazanın, kendinize ait ayrı bir oda ve boş zaman yaratın. Ve yazın, erkekler ne der diye düşünmeden yazın!..


1931’de yayımladığı “Dalgalar”, hem düzyazı hem şiir barındırıyordu. Hem romandı hem de tiyatro oyunu…

Virginia Woolf, “Dalgalar”da üç erkek ve üç kadının çocukluklarından yaşlılık dönemlerine kadar olan tüm yaşantılarını anlatıyordu…

Kitapta; ‘dış dünyayı’ nesnel olarak değil, kişilerin iç dünyalarına yansıdığı kadarıyla aktardı. “Bir olay örgüsüne uyarak değil, bir ritme uyarak” oluşturduğu eserde, “Şiir olmayan herhangi bir şey edebiyata neden girsin ki?” konusunu nakış nakış işledi. Bu eseri de 2 yıl içinde üç kez değiştirip tekrar yazdı…

Gerçekçi roman geleneğinden tam bir kopuşu temsil eden “Dalgalar”, bilinç akışı tekniğiyle yazılan romanların en önemlilerinden biridir…


1933 yılında yayımladığı “Flush, Bir Köpeğin Romanı” adlı eserinde İngiliz edebiyatının en ünlü aşk öykülerinden biri olan ve hatta üzerine tiyatro oyunları ve filmler yapılan şairler Robert Browning ile Elizabeth Barrett’in aşkları, mektuplaşmaları ve İtalya’ya kaçarken beraberinde götürdükleri Flush adlı köpeğin yaşam öyküsünü anlatır…


Virginia Woolf’un kitaplarının kapaklarında kardeşi Vanessa Bell’in resimleri bulunmaktadır…

Modernist hareketin en önemli temsilcilerinden biri olan Virginia Woolf’un kitapları elliden fazla dile çevrilmiştir…

Bu bir yine, yeniden hikâyesinden etkilendiğim bir yazın ustasının yüreğimden ve kalemimden dökülen anma-araştırma yazısıdır dostlar…

Bu dünyadan bir Virginia Woolf geçti. Anısına ve muhteşem üretimlerine saygıyla…