Baha AKINER
BİR DUYURU BİR YAZI…
Nil TV’deki Adab-ı Sanat programımın bu haftaki konuğu, Akdeniz Kent Konseyi Başkanı, çok kıymetli ağabeyim, kent aydını Mustafa Erim olacak. Bekleriz dostlar. Şeref verirsiniz…
Gün, Ülkü Tamer dostlar. Koca şair 87 yaşında…
ÜLKÜ TAMER (20 Şubat 1937 – 1 Nisan 2018)
“Aferin virgül sana, sansara dikkat!
Bekçi gibi düdüğünü uzaktan çalıyor,
Uzaktan çiftliğe bir ölüm çiziyor,
Çiziyor bir mezar, kazıcısı ibikten,
Taşları tavuk tüyü, orduları ibikten,
Bir manga sansar almış, kümesi kaçır;
Çünkü ay dede sansarı sevmiyor.
Virgül sana aferin, bence çok önemlisin,
Belki nokta değilsin, ama virgülsün;
Ödevimin sonuna nokta koyarım;
Sansarın boynuna ben silgi astım
Silsin diye burnuyla pencerelerini,
Sen çok cesursun virgül, saklanmıyorsun,
Çünkü silgilerden hiç korkmuyorsun.
Sana aferin virgül, silgi sansarı sildi,
Bütün düşmanlar öldü, silgi de öldü;
Piliçler geri dönsün çiftçinin yatağından,
Trenle geri dönsün, ördek şef tren olsun,
Tavuklar bando çalsın, horoz da teftiş etsin,
Kazlar madalya versin, sana virgül aferin,
Çünkü sansara bile meydan okudun.
Mor bir kalem gelecek siz hepiniz uyurken,
Düşmanlar öldü diye mışıl mışıl uyurken,
Bir denizi kümesin duvarına çizecek,
Ben boğulunca defterler üzülecek,
Öğretmenime kızdım, kıskansın seni nokta,
Sana nişan takmadım, ama gücenme virgül,
Çünkü bu şiirim virgülle bitecek,”
Dediği gibi de virgülle bitirdi şiirini. Çünkü İkinci Yeni’cilerdendi. Hani şu 1950’li yıllarda Muzaffer İlhan Erdost tarafından ortaya konan akımın şairlerinden biri. Yani okuyucunun hayâl dünyasına hitap eden ve Türkçenin kurallarının dışına çıkan dil kullanımı ile bilinen; kendisiyle birlikte Edip Cansever, Cemal Süreya, Turgut Uyar, İlhan Berk, Sezai Karakoç, Ece Ayhan gibi Garip akımına tepki olarak ortaya çıkan Türk şiirinin önemli temsilcilerinden belki de en az bilineni.
‘En az bilineni’ dedik ama İkinci Yeni akımına diğerlerinden sonra dâhil olsa da bu geleneğin en önemli şairlerinden biri oldu. Kendine özgün bir dili ve hayâl dünyası vardı. Bir de şiirlerinde toplumsal duyarlılıklara yer verdiği için, sadece İkinci Yeni’nin değil dönemin en saygı duyulan şairlerinin arasında yer aldı.
Onun şiir anlayışını ve karakterini Nâzım Hikmet’in üvey oğlu olarak da bilinen edebiyat eleştirmeni Memet Fuat şöyle aktarır: İkinci Yeni’nin çağdaş İngiliz şiirini yakından izleyen, çeviriler yapan, Batı etkilerine açık bir şairiydi. Özellikle 1960’ların ikinci yarısında yazdıklarıyla kapalı şiir anlayışının kusursuz örneklerini verdi. Toplumsal sorunlara yönelirken de şiirinin düzeyini düşürmedi.
20 Şubat 1937’de, Gaziantep’te doğdu Ülkü Tamer. Şaka gibi, 1 Nisan 2018’de, Bodrum’da aramızdan ayrılsa da; şiirlerinde ve dizelerinde yaşıyor.
Onu anlatmaya şu dizelerle başlasaydım:
“Bir ormanda tutup onu bağladılar ağaca.
Yumdu sanki uyur gibi gözlerini usulca…
Bir soğuk yel eser, üşür ölüm bile.
Anlatır akan kanı, beyaz sesiyle…
Diz çöktüler karşısında, sonra ateş ettiler.
Parçalanan yüreğine yuva kurdu mermiler…
Bir soğuk yel eser, üşür ölüm bile.
Anlatır akan kanı, beyaz sesiyle…
Gelip kondu bir güvercin ellerine o gece.
Kırmızı bir çelenk oldu, bileğinde kelepçe…
Bir soğuk yel eser, üşür ölüm bile.
Anlatır akan kanı, beyaz sesiyle…”
Hemen Ülkü Tamer diyeceğinizi de biliyordum tabi. Ya da Karacaoğlan’a adadığı “Güneş Topla Benim İçin” şiirini yazsaydım en başa:
“Seher yeli çık dağlara, güneş topla benim için.
Haber ilet dört diyara, güneş topla benim için…
Umutların arasından, kirpiklerin karasından,
Döşte bıçak yarasından, güneş topla benim için…
Yazdan, kıştan, ilkbahardan; mahpuslardan, dört duvardan,
Doludizgin sevdalardan, güneş topla benim için…
Seher yeli yâr gözünden, havadaki kuş izinden,
Geceleyin gökyüzünden, güneş topla benim için…”
Yine diyecektiniz ki, Ülkü Tamer.
Şair, kitap dostu bir anne ve zengin bir kütüphanesi olan bir babanın çocuğu olarak yetişir. Sonrasında karakterini şekillendireceği çocukluğu ve ilköğrenim yılları bu kentte geçer. Aile Ülkü’nün öğrenimi için İstanbul’a taşınır. Ve Ülkü, Robert Kolej’e başlar.
Burada basılmış ilk kitabı olan ”Duygular Konuşuyor” adlı bir perdelik okul oyununu, henüz 12 yaşında yazar. Robert Kolej’den 1958 yılında mezun olur. Hemen hemen her Robert Koleji mezunu edebiyatçı ve sanatçı gibi; şiire, edebiyata ve sanata karşı ilgisi burada başlar. Kolej yıllarında yazdığı şiirler edebiyat dergilerinde yayımlanır. İlk şiiri, 1954 yılında Avni Dökmeci’nin yönetimindeki Kaynak dergisinde “Dünyanın Bir Köşesinden Lucia” adıyla yayımlanır.
Kolejden mezun olduğunda İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydını yaptırırsa da yarım bırakarak, İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Enstitüsü’nde öğrenimine başlar ve buradan mezun olur. Gazetecilik bölümü mezunudur ama sinema, tiyatro ve oyunculuk; şiirinin yanında en büyük tutkusudur.
1950’li yıllarda ortaya çıkan İkinci Yeni akımının önde gelen temsilcilerinden olan Ülkü Tamer’in şiirleri; 1954 yılından itibaren Kaynak, Pazar Postası, Yeditepe, Yeni Dergi, Papirus, Sanat Olayı gibi dergilerde yayımlanır.
Ülkü Tamer; İkinci Yeni şairlerinin içinde en genç olanı, en az tanınanıdır. Tüm İkinci Yeni şairleri gibi, o da daha sonra kendi yolunda yürür. Şiirinde başından beri var olan ironi ve çocuksu duyarlılığı ile geleneksel halk şiir tınısını koruyarak yazar. Şiirinin kaynakları, Halk Edebiyatı’ndan Batı Edebiyatı’na uzanan çok geniş bir çerçeve içindedir. İyi bildiği sinemayı da bu kaynaklara dâhil edersek, Ülkü Tamer’in şiir evrenine biraz daha yaklaşmış oluruz.
Ülkü Tamer şiiri; çocukluktan, çocukluğa ilişkin birtakım çağrışımlardan, tarihten ve tabiattan gelen kaynaklardan beslenmiştir. Onun ilk şiirlerinden itibaren tabiata ait görünümler, çocuksu duyarlılık ile birlikte evrensel insanlık durumları kendini sürekli gösterir.
“Şiir gecenin kardeşidir,
Gündüzün annesi.
Yürekteki büyükbabadır şiir…
Şiir örümceğin sesidir,
Duvarın şarkısı.
Duvarcının türküsüdür şiir…
Şiir yağmurun deresidir,
Saç diplerinin teri.
Teknelerin taze sancağıdır şiir…
Şiir afişlerin çerçevesidir,
Harflerin çizgisi.
Çıngırağın içindeki madendir şiir…
Şiir kamyonetlerin mavisidir,
Kamyonların yiğitliği.
Faytonların yazılmamış tarihidir şiir…
Şiir bakracın çeşmesidir,
Kuyunun yolcusu.
Kaynağın bekçisidir şiir…
Şiir cambazların dengesidir,
Hokkabazların seyircisi.
Sihirbazların rüyasıdır şiir…
Şiir üzümün güneşidir,
Elmanın kurdu.
Böğürtlenlerin tozudur şiir…
Şiir gümüşün simgesidir,
Çeliğin yapılışı.
Kurşunun çıkışıdır şiir…
Şiir çitlerin dikenidir,
Tarlanın sürülmesi.
Rençberin dalgınlığıdır şiir…
Şiir tatarcıkların saatidir,
Ateşböceklerinin saniyesi.
Tabiatın yıllarıdır şiir…
Şiir ölümün gölgesidir,
Yaşamanın örtüsü.
Çocuğun savunmasıdır şiir…
Şiir kumsalın eleğidir,
Kayanın tortusu.
Mermerin sunduğu damardır şiir…
Şiir uykusuzluğun şiltesidir,
Uykunun haritası.
Balkonun uyanışıdır şiir…
Şiir ateşin habercisidir,
Yangının kundakçısı.
Yanardağın üstündeki kuştur şiir…”
Ülkü Tamer’in şiiri; ölüm, yalnızlık, yabancılaşma, özgürlük gibi temaları da önceleme eğilimindedir. Şairin sinema ve tiyatroya yakınlığı kimi şiirlerde öyküleme şeklindeki anlatımı da beraberinde getirir.
İkinci Yeni şairleri içerisinde özellikle Cemal Süreya, Turgut Uyar ve Edip Cansever’de bir tavır olarak görülen, daha öncesinde Orhan Veli ve arkadaşlarında net çizgileri görülen ironi; Ülkü Tamer’de farklı işlevlerle şiir dilinin önemli bir göstergesi olmaktadır. İkinci Yeni geleneğinin en çocuksu yazarıdır Ülkü Tamer.
Cemal Süreya’ya göre, her şeyin amatörüdür. Şiiri; hayvanlarla, bitkilerle ve çocuklarla beslenir. Geniş bir ufku tarayarak çalışır, biriktirdiklerini sanki kendisini hiç zorlamadan, rahatça şiire dönüştürüyor gibidir.
1959 yılında “Soğuk Otlar Altında” isimli ilk şiir kitabını yayımlar. Bu ilk kitabıyla birlikte ironiye şiirlerinde yer veren bir şair olarak dikkat çeker. İkinci Yeni’ye, bu akımın ana karakteristikleri oluştuktan sonra dâhil olduğu hâlde; kendine özgü imge dünyası ve süssüz, sade söyleyişiyle dikkat çeker. Çoğunlukla keskin bir ironiyle örülmüş derin acıların ve beşeri trajedilerin dile geldiği şiirlerinde 1970’lerden sonra toplumsal duyarlıklar da öne çıkmaya başlar.
Eğitim hayatını bitirdikten sonra kısa sürelerle editörlük, oyunculuk, çevirmenlik, yayıncılık gibi farklı meslekler yapan Ülkü Tamer; 1964 – 1968 yılları arasında özel tiyatrolarda oyunculuk yapar. Kendi oyunculuğunu yeterli bulmadığı için tiyatronun dışına çıkar. Bu dönemine dair anılarını, “Bir Gün Ben Tiyatrodayken… Kırk Sanatçıdan Tiyatro Anıları” kitabında şöyle anlatır: Eskiden tiyatro anıları sık sık anlatılırdı. Kısa süren oyunculuk döneminde, tanımaktan onur duyduğum tiyatro ustalarından ne anılar dinledim. Bu anılardan bazılarını; söz gelimi Toto Karaca’nın, Mehmet Karaca’nın anılarını kendi sesleriyle kaydetme olanağı buldum. Bazılarını ise hemen kâğıda aktardım. Bu ustaların, özellikle bizden önceki dönemlerde sahneye gönül vermiş olanların anıları, sadece tiyatro alanında eğlenceli renkler içermiyor. Aynı zamanda tiyatroya yaklaşımımızdan hareket ederek Türkiye’nin yakın tarihinden ilginç ayrıntılar da yansıtıyor. Kötü bir tiyatro oyuncusuydum ben. Ama gönlümün sahnede olmadığını anlamam beş yıl sürdü. Bu beş yıl içinde bende ilginç olaylar yaşadım.
O beş yıl geçer ve 1968 yılı sonlarına doğru Milliyet Yayınları’nda danışman – editör olarak çalışmaya başlar. Burada yayıncılığın yanı sıra çevirmenlik de yapar. Yıllarca Milliyet Yayınları ve Karacan Yayınları’nı yönetir. Ülkü Tamer, o yıllarda çok sevilen ve okunan Milliyet Çocuk ve Sanat Olayı dergilerini çıkarır.
İlk evliliğini, yine Robert Koleji mezunu olan Tomris Uyar ile yapar. Hani şu şairlerin paylaşamadığı, sevmelere doyamadığı kadın şairimiz. Ekin adında bir kızları olur. Ancak Ekin, henüz birkaç aylıkken sütten boğulur ve ayrılırlar.
“O eski bir güvercindi gittikçe hatırlanan.
O eski bir güvercindi, uçması da iyiydi bana kalırsa…
O eski bir güvercindi, çünkü tenhaydı şehirler.
Benim saçlarıma saklanırdı, benim saçlarım çalılara…
Onu görürdüm göllere girdiğimde,
Bıldırcın avladığımda akşama…
Gelir ateşime sokulurdu!
O eski bir güvercindi, başka kimsecikler de yoktu galiba…
Bir başıma sevişen adam mıydım, ben neydim?
Silâhlarımı da severdim, güvercini de,
İnsanları da severdim, hiç görmemiştim oysa!
Ama ben insandım ya, o eski bir güvercindi…
O eski bir güvercindi her şeyi anlamaya.
Nasıl olduysa oldu, sardılar beni birden:
Kadınlar ve erkekler, kemikleri de ortada,
Anlamadım bir türlü, durmadan yürüdüler,
Durmadan toprak kazdılar, şapka giydiler…
Hürlük vardı, verdiler onu, istemek için yeniden.
Belki aldılar geri, beni bağladılar ama
O eski bir güvercindi, şaşırdı olanlara…
O eski bir güvercindi, bıraktı beni onlara!
Götürmedi kanatlarından bir başka yalnız suya,
Geçti çocuk gölgelerinden, dönmedi artık,
Yapacak işleri vardı utanmaktan başka…”
Ülkü Tamer, “O Eski Bir Güvercindi” adlı bu şiirini de Tomris Uyar’a yazmıştır.
Ömer Asım Aksoy’a göre “Gaziantep padişahıdır” ya; Ülkü Tamer’in kimliği ve kişiliğinin oluşmasında ailesi, aldığı eğitim kadar kent olarak Antep’in de büyük rolü vardır. Bu Gaziantep sevgisi konusunda bir röportajında şöyle söyler: Gaziantep benim için sadece doğup büyüdüğüm bir kent değil. Beni oluşturan en önemli öğelerden biri. Annem, babam, ninem gibi… Ben yine onların çocukları olsaydım ama bir başka yerde doğup büyüseydim, içimdeki birtakım zenginlikler olmayacaktı sanki. Antep’e ne zaman gitsem, o zenginlikleri yeniden yaşıyorum. Belki yok olup gitti çoğu. Ama içimde bir yerlere o zenginlikleri define gibi gömmüşüm. Onları yeniden çıkarıp keşfetme olanağını sağlıyor Antep yolculukları. Jorge Amado’nun sık sık tekrarladığım bir sözü var: İnsanın anayurdu çocukluğudur.
1997 yılında çıkardığı ve Antep’teki anılarını yazdığı Allaben Anıları’ndan küçük bir kısmını da aktarmak isterim: Bir törendi Kavaklık’a gitmek. Aileler kararlaştırır, kadınlar anlaşır, evlerde bir şeyler hazırlanırdı. Pazar günü erkenden mangallar, tencereler, kilimler yüklenir; Hüseyin Bey’lerle, Abdülrezzak Bey’lerle, Humanızlı’larla birlikte Kavaklık’ın yolu tutulurdu. Biz çocuklar Allaben’in sularında çimerken ya da ağaçlara kurulmuş salıncaklarda sallangaç sallanırken; erkekler mangal yakar, çiğköfte yoğurur, bol maydanozlu soğan piyazı hazırlar, kebap yaparlardı. Fıstıklı kebap, soğanlı kebap, sarımsak kebabı, patlıcan kebabı, keme kebabı, ayva kebabı… Mevsimine göre.
Hayatı boyunca tüm yaşadıklarını ‘ufacık olaylar’ olarak tanımlar ya; çocukluğu, Robert Kolej ve üniversite yıllarını ise 1998 yılında çıkardığı “Yaşamak Hatırlamaktır” kitabında anlatır. Kitap şu önsözle başlar: Yaşamım boyunca günlük tutmadım. Not tutmadım. Eş – dost toplantılarında oradan buradan anılar anlatılır ya, benimkiler de öyle zamanlarda su yüzüne çıktı. Bu kitap bir yaşam öyküsü değil. Olsa olsa, yaşamımdan çizgiler. Belirli bir sıra gözetilmeden, kendiliğinden beliren renkler. İçinde karakter tahlilleri yok. Ufacık olaylar var. Başkalarının yaşamlarını bilemem, ama benim yaşamımı böylesine ufacık olaylar belirledi.
“Öğretmenliğe başladığımda; bir de baktım, ufak tefek armağanlar geliyor. Takvim, dolma kalem, not defteri… Hiçbirini almadım. Sakın bana bir şey getirmeye kalkmayın, dedim. Bunun lafta kalmadığı, ne kadar kararlı olduğum anlaşılınca; armağan verme teşebbüsleri kesildi. Bu ilkemi sadece bir kere bozdum. Karadenizli bir kız vardı sınıfta. Andersen’in kibritçi kızı adeta. Yoksullar arasında en yoksulu, ama inanılmaz derecede onurluydu. Kimseye göstermek istemezdi yoksulluğunu. Hüzünlü, acılı yüzüne her bakışımda; yüreğimin ortasına, incecik bir bıçak saplanırdı. Bir kış günü, ders arasında sınıftan çıkmadım. Pencereye gidip, dışarıyı seyretmeye koyuldum. Yağmur çiseliyor. Kapının önünde; bir simitçiyle, bir tatlıcı çene çalıyor. Karadenizli kızı gördüm birden. Koşarak simitçiye gitti, bir simit aldı. Yine koşarak okula döndü. O güne kadar, bir kerecik bile simit görmemiştim elinde. Kapı vuruldu önce. Gel, dedim. Kapı açıldı. Baktım, Karadenizli kız. Simidi uzattı. Alın öğretmenim, dedi. “Biliyorsun…” dememe fırsat vermeden sözümü kesti. Lütfen, dedi. “Yiyin… Size aldım! Siz bizim için neler yapıyorsunuz.” Simidi elime tutuşturdu, koşarak çıktı. O simidi yedim. Dünyanın en acı ama en lezzetli simidiydi. İyi ki ders arasındaydık. İyi ki çocuklar koridordaydı. İyi ki hiçbiri o simidi, nasıl boğazım düğümlenerek yediğimi görmedi.
Mesleğini hakkıyla yapan her öğretmen, eğitmendir de aynı zamanda. Ki, bu çok daha önemlidir. Bilenler bilir: Eğitmek, öğretmekten çok daha kıymetlidir. Saygıyla, minnetle öğretmenlerim; öğretmenlerimiz… Eğitirler bizi, öğretirler bilgiyi-bilimi; nakış nakış işlerler, hayata hazırlarlar. Dünyanın tüm eğitmen öğretmenleri, iyi ki varlar.
1 Nisan 2018’de Bodrum’da ayrıldı aramızdan Ülkü Tamer. Zamana yenik düşmeyen ve bugün bile her okuduğumuzda duygularımızı harekete geçiren şiirlerin unutulmaz şairi. Bodrum Gümüşlük Mezarlığı’nda yatar şimdi, ebedi istirahatgâhında. Anısına ve muhteşem üretimlerine saygıyla…