Mersin yakın çevresinin çeşitli evrelerini üç başlıkta buluşturmak olası görünüyor. Özetle ‘Üç Mersin’ şöyle sıralanabilir.
1 – Tarihsiz zamanlardan 9000 yıllık ilk insan yerleşim izlerini barındıran arkeolojik prehistorik MERSİN, Yumuktepe
2 – Tarih içinde uzun soluklu bir yaşam sürmüş olan antik MERSİN, Zephyrium
3 – İskelelerle başlayıp Anadolu’nun en büyük limanına uzanan serüven. Modern MERSİN.
Günümüzde Mersin’i ziyaret edenler trafiği yoğun ve yüksek binalarla çevrili modern bir metropolle karşılaşırlar. Öyle ki dünyanın en eski yerleşimlerinden olan bir kente geldiklerini düşünmeleri neredeyse imkânsızdır. Yumuktepe kazıları sayesinde artık modern Mersin’in yayıldığı alanın, 9000 yıldan uzun bir süredir Doğu ile Batı arasında, Akdeniz’in göbeğinde bir buluşma noktası görevi gördüğünü biliyoruz. Kesintisiz tarihsel sürecin arşivi, Mersin’in göbeğindeki Yumuktepe höyüğünde katmanlar halinde yatmaktadır.
…
1870’lerde Doğu Bilimcisi Charles Viktor Langlois bölgede araştırmalar yapıp, Kilikya’da bir gezi isimli bir kitap yayınlamıştır. Mersin’e giderken, Yumuk Şatosu solda kalır, bir Türk köprüsünden geçildikten sonra Mersin şehrine varılır. Bu ifadede “şato” terimi, insana görsel olarak tepe üzerinde belirli bir yapının var olduğu izlenimini bırakıyor. O yıllarda yol bu tepenin yakınından geçiyordu.
1993 yılında yeniden başlanan ‘Arkeolojik Yumuktepe Kazı’ çalışmaları, her yıl yaz aylarında sürdürülüyor. Yumuktepe’de bugüne kadar yapılan kazılarda, ilk yerleşimin Neolitik dönemde başladığı ve kesintisiz olarak Kalkolitik, Tunç, Hitit, Doğu Roma İmparatorluğu ve İslami devirlerde de devam ettiği ortaya çıkmıştır. Yumuktepe’den çıkarılan yüzlerce eser, Mersin Müzesi’nde sergilenmektedir.
Önemli buluntuların arasında bir mühür var.
Erken neolitik tabakada ilk defa MÖ 7000 – 6500 arası yıllara tarihlenen bir mühür bulundu. Çok erken ve basit bir toplumda bulunan bu mühür, üretimin varlığını gösterirken, özel mülkiyete geçişin başlangıcı olarak yorumlanabilir. Bu mühür aynı zamanda dünyadaki arkeolojik kazılarda şu ana kadar ele geçirilen en eski mühür olma özelliğini de taşımaktadır.
Bu mühürden, buranın Pitura adlı bir Hitit veya Luwi sınır kalesi olabileceği, Yumuktepe Höyüğü’nün Pitura olabileceği ileri sürülmüştü.
…
Prof. İsabella Caneva diyor ki:
MÖ yaklaşık 7200’li yıllarda başlayan ve MS 1100 yılına kadar devam eden kesintisiz yerleşmenin bulunduğu Yumuktepe, tanıklık ettiği binlerce yıllık sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ve teknolojik gelişmelerle de önem taşıyor. Ortaya çıkan bu bilgiler modern hayat için de önemlidir. “Bugün ne olduğumuzu bilmek istiyorsak Yumuktepe’ye iyi bakmamız gerekiyor.
Tarım ve hayvancılık, buradan (Yumuktepe’den) batıya Ege Bölgesi’ne, oradan da Avrupa’ya yayıldı.
…
En son; tepede Bizans dönemine ait bir de kilise var. Tüm bu veriler, insanlığın dinsel, kültürel, sosyal, sınıfsal, politik gelişmelerin tümünün aynı yerde olduğunu gösteriyor.
İşte bu verilerle değerlendirildiğinde Yumuktepe, yaklaşık 9 bin yıllık kesintisiz tarihi ile Anadolu’nun kitabı gibi. Her kazı sezonunda bu kitabı açıp bir veya birkaç sayfasını okuyup gidiyoruz. Ben de her gelişimde yeni bir sayfayı okumanın heyecanını yaşıyorum.
İsabella Caneva
…
Mimarlık Tarihinde de Bir İlk
Yumuktepe’deki kazılarda Kalkolitik Çağdan kalma bir köy yerleşmesi ortaya çıkarılmıştı. MÖ 4500’le tarihlenen bir tabakada çok çarpıcı bir keşifte bulunuldu. Bu benzersiz örneğe göre “surla çevrilmiş bir kale kent” ortaya çıkmıştı.
Dünyada ilk kez Yumuktepe kalesinde savunmaya hazır bir sistemin varlığı görüldü. Yumuktepe insanlarının beklenmedik bir saldırı karşısında, savunmalarını, bulundukları noktadan yapmalarını sağlayacak bir sistem kurmuş oldukları anlaşıldı.
…
Yumuktepe maden üretiminde de ilkleri gerçekleştirmişti.
İzabe bakır üretiminden sonra demir imalatının ilk yüzyıllarında Hititler bu madenin işletme tekelini ellerinde tutmuşlardı. İşte o dönemden günümüze ulaşan bir mektupta Hitit Krallarından biri şöyle yazmış: “Mektubumda bahsettiğim iyi demire gelince, Kizzuwatna’daki hazine dairemde iyi demir yok. İyi demir imal edecekler ama daha bitiremediler.
Şimdilik sana demir bıçaklı bir hançer yolluyorum.”
…
Roma imparatorluğunun ilk zamanlarında Yumuktepe artık Zephyrium adlı bir limandı. Ne var ki, deniz kıyı çizgisinin güneye kayması ve 10 km kadar güney batıdaki Soli’nin deniz ticaretini ele geçirmesi Yumuktepe’nin gerilemesi sonucunu doğurdu.
Yumuktepe daha sonraki dönemlerde liman olarak önemini kaybetmiş olabilir. Ancak Arap gemicilerin kayıtlarında görülen Zabra veya Zabari sözcükleri; Zephyrium kenti adının bir söyleniş farkı olduğu anlaşılıyor. Yumuktepe kalesinin ortaçağa kadar kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Yumuktepe Mezrası terimi ise Mersin adının yaygınlaşmasına kadar, yörenin referans noktasıdır.
Kaynaklar:
J. G. Macqueen – Hititler ve Hitit Çağında Anadolu – Arkadaş Yayınları
Develi, Şinasi – Dünden Bugüne Mersin – 2001
Joan Oates – Babil – Arkadaş yayınları
Seton Lloyd – Türkiyenin Tarihi
Yurt Ansiklopedisi – Yumuktepe
Isabella Caneva – Gülgün Köroğlu, Yumuktepe – Dokuzbin Yıllık Yolculuk – Ege Yayınları