24 Şubat 1924 günü Mersin’in açıklarında demir attı Gülcemal. Adına maniler, türküler, şiirler yazılmış büyük, efsane bir gemiydi bu. Transatlantik olarak yapılmış, Avrupa’dan Amerika’ya göçmenler taşımıştı. İki bacası, dört yelken direği vardı. 1875 yılında İngiltere’de yapıldığında adı Germanic idi, 1905 yılında satıldı ve adı Ottawa oldu. 1911 yılında Osmanlı Hükümeti tarafından 36 yaşında satın alındığı zaman devrin padişahı Sultan Reşat’ın lakabı Arnavut Sofi olan annesinin adı Gülcemal verildi gemiye. 1720 yolcu kapasitesi vardı, fakat 1915 yılında İstanbul’dan Gelibolu’ya asker taşırken bir İngiliz denizaltısı tarafından torpillenip yaralandığında içinde 4000 asker varmış, yüzme bilmeyen askerlerin çoğu boğulmuş. Gülcemal onarılmış ve uzun süre hizmet vermiş, kurtuluş savaşında asker ve cephane taşımış.

O gün Mersin’in açıklarında demir attı Gülcemal,  kıyıdan gelip yanaşmakta olan irili ufaklı birçok sandala Girit’ten getirdiği mübadilleri indiriyordu. O zaman liman yoktu Mersin’de, gemiler kıyıya yanaşamadıklarından kürek çekilen sandallar taşırdı yolcuları açıkta demirlemiş gemilere veya gemilerden. Yolcular sandallara biniyorlar o gün, sonra ceketlerinin, paltolarının cebinden bir Türk bayrağı çıkartıyorlar ve sallıyorlardı kıyıya varıncaya kadar, onların varışını merakla bekleyen Mersin halkına. Gelmeden önce Girit’te aylarca büyük bir heyecan ve endişe içinde Anadolu’daki kurtuluş mücadelesini izlemişler, sonunda Anadolu’nun zaferine sevinmişler, fakat sevinçlerini üzerinde yaşadıkları topraklar artık Yunanistan egemenliğinde olduğu için dışa vurup, kutlayamamışlardı. Giritli Rumların, özellikle Anadolu’da çarpışmış ve yitirilmiş Yunanlı askerlerin ailelerinin intikamından korkmuşlardı. Ankara Hükümeti yabancı temsilciliklere kesin uyarı göndermiş ve Yunanistan topraklarında Türklere herhangi bir saldırı olursa, Anadolu’da esir tutulan Yunan askerlerinin can güvenliğini sağlayamayabileceğini açıklamıştı. Böylece ada Türklerinin 1860 lardan beri karşılaştıkları saldırılar durmuşdu. Ardından Lozan antlaşması çerçevesinde Yunanistan’daki Türklerle Anadolu’daki Rumların değişimine (mübadelesine) karar verilmişti. Hayatları kurtulmuştu, fakat şimdi de yüzyıllardır yaşadıkları Girit adasını terk etmek zorunda kalıyorlardı. Adadaki Rumlarla birlikte yüzyıllar boyunca yan yana kardeşçe yaşamışlardı, fakat 19 yy.ın ikinci yarısında adada Yunan milliyetçiliği yükselmeye başlamış; kalkışmalarla, hoyratça saldırılarla ve kıyımlarla Türk nüfusu korkutup, sindirip; adayı terke zorlayıp, Girit’i Yunanistan’a bağlamak istiyorlardı. Girit uluslararası bir konu durumuna sokulmuş ve sonucunda Osmanlı Devleti Girit’i Yunanistan’ın egemenliğine terk etmek zorunda kalmıştı. Adayı terk etmeyen Türkler zorunlu nüfus değişimine kadar varlıklarını Yunanistan vatandaşı olarak sürdürmüş, fakat saldırılar yine de durmamıştı, ta ki nüfus değişimine kadar.  Zorunlu nüfus değişimi kararı alınınca kısa zamanda adayı terk etmeleri istendi kendilerinden. Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti Nilüfer, Giresun, Mersin, Akdeniz, Rize, Bahrıcedit, Gülcemal adlı gemileri seferber ederek Türkleri Yunanistan’dan ve Girit’ten Anadolu’ya taşımaya başladı. Bu arada Kurtuluş savaşında Sovyetlerden Karadeniz kıyılarına silah taşımış 55 yaşındaki emektar Ümit Gemisi Girit kıyılarında battı. Herkesin kafasındaki ortak soru şuydu: Gemi battığında ya içinde binlerce Giritli Müslüman olsaydı?

O gün Mersin açıklarında demir attı Gülcemal. Evlerini, bağlarını, bahçelerini, imalathanelerini, atalarının gömülü olduğu mezarlıklarını, camilerini, tekkelerini; dostluklarına, güzel zamanların güzel ilişkilerine ihanet etmemiş ve onların adadan zorunlu ayrılmalarına üzülen Rum dostlarını, hatıralarını geride bırakmışlardı. Yeni vatanlarına ayak basacaklardı az sonra; kendilerinin ve gelecek nesillerinin yaşayacağı yeni vatanlarına. Aralarında İstanbul’u, İzmir’i görmüşler vardı, fakat Mersin denilen yeri hayal etmekte zorlanıyorlardı. İnsanlar nasıl karşılayacaktı onları? Çünkü Türkçeleri çok bozuktu. 1898 Halepa sözleşmesi ile Osmanlı Hükümeti adadaki kalkışmaları yumuşatmak için resmi yazışmaların Rumca yapılmasını kabul etmişti ve Türkçe gerilemeye başlamıştı. Bazıları hiç Türkçe bilmiyordu. Aynı, Anadolu’dan nüfus değişiminde Yunanistan’a gönderilen  bazı Karamanlıların Yunanca bilmediği gibi. Bu kıyılardan gönderilen Rumların malları, Türklerin adada bıraktıkları malların oranına karşılık kendilerine dağıtılacaktı, hükümet söz vermişti, dağıtılabilecek miydi acaba gerçekten? Ellerinde adadaki komisyondan aldıkları mülklerin listesi vardı, fakat ne verilecekti kendilerine, nerede oturacaklardı ve ne iş yapacaklardı. Çok azap ve korku çekmişlerdi. Bilmedikleri bu Mersin denilen kıyıda hangi gelecek bekliyordu kendilerini?

Mersinliler onları hoş karşılamışlar. Onları ilk önce eski atıl İngiliz Yağ Fabrikası’na götürmüşler, büyük kazanlarda pişirilmiş kuru fasulye ve pilav ikram etmişler. Büyükbabam Tütüncüzade Fazıl Bey ve babaannem Müveddet Hanım ve annesi Melek Hanım;  o zaman 18 yaşında olan babam Sami ve kardeşleri halam Ruhidil ve üç yaşındaki amcam Necati aralarındaydı gelenlerin. Cumhuriyet hükümeti sözünde durmuş, onlara ev, bağ, bahçe, imalathane dağıtmıştı. Çalıştılar, çocuklarını okuttular, Türkçeyi ilerlettiler, şivelerini değiştiremediler bir tek. İyi birer vatandaş oldular. Hiçbirisi hayatta değil artık bugün. Çocuk olarak gelenler de ayrıldılar tek tek aramızdan. Şimdi biz torunlar buradayız. Buluşuyoruz arada bir. Her yıl 24 Şubatta çelenk koyuyoruz Atatürk’ün anıtına. Onun şahsında teşekkür ediyoruz, sadık ve bağlı kalmaya çalışıyoruz Türkiye Cumhuriyeti’ne; yararlı olmaya çalışıyoruz insanlarımıza, toplumumuzun ilerlemesine katkıda bulunmaya çalışıyoruz ve anıyoruz 24 Şubatlarda Gülcemal’den bayraklarla Mersin’e, vatanımıza inen büyüklerimizi. 

 Gülcemal 1937 yılında hizmet dışı bırakıldı. Haliç’e götürüldü ve Camialtı Tersanesi önüne demirledi. 1950 yılına kadar orada kaldı. Bunca yıl ayakta kalmasını bir savaş gemisi kadar sağlam olan teknesine borçluydu. 75 yaşında iken sökülmek üzere 1950 yılında İtalyanlara satıldı. Geriye bol bol anı, Tarih ve Sanat Merkezi’nde korunan tavan bordürleri, piyanosu, Atatürk’ün oturduğu ve Tavla oynadığı tavla masası ile sandalyesi kaldı.