Fazıl TÜTÜNER
Akşam en güzel masaldır
İyi anlatılırsa…
Hilmi Yavuz
Amerika’da yaşayan piyanist Işıl Toksöz yayın yönetmenimiz olan babası İhsan Toksöz’ü ziyarete geldi Mersin’e. İnsu yaylasındaki tek katlı, yamaç bahçeli, kentten özgürleştirilmiş evlerinde, Ayşe – Semihi Vural’ların akşamüstü davetinde, ağaç altında, karşıdaki sıradağları ve dostların mutlu yüzlerini, Ayşe Hanım’ın salataları derlemesini, Semihi Bey’in az ateşte güveç pişirişini, gövdemde yavaşlayarak dolaşmaya başlayan kanımın verdiği keyifle izliyorum. Lezzetleri ağzımda yayıyor ve soğuk beyaz şarap yudumluyorum. Söz sözü aralarken, açan çiçek açan çiçeğe nazire ederken, çam ve toprak kokan esinti yüzümü okşuyor. Daldaki kuş havalandı havalanacak derken,, Mersin’in müzik ataklarını dinliyor Işıl. “Ben size bir piyano bağışlayayım o zaman” demez mi !
Işıl, İstanbul Devlet Konservatuarında okurken Avusturya Kültür Ofisinde 13 yaşında verdiği ilk konserinin ardından gönderildiği Viyana’da girdiği sınavları kazanmış ve o zamana kadar Türkiye’den konservatuara giren en küçük öğrenci olarak burslu olarak okumuş. Viyana Konservatuarı’nda başarıyla tamamladığı lisans çalışmalarından sonra Amerika’da yüksek lisansını yine burslu ve asistan olarak tamamlamış. Yarışmalarda dereceler almış, Avrupa, Amerika ve Türkiye’de solo ve oda müziği konserleri vermiş. Eşi de Amerikalı bir viyola sanatçısı. Orada durmuş Toroslar’ı seyrediyordu Işıl. Toroslar da onu, iç güzellikleri dışına vurmuş genç kadını.
Işıl piyanoyu bağışladı AKOB’a, AKOB, Müfide İlhan Salonu’nda müzik çalışmalarında ve etkinliklerinde kullanılmak üzere, son yirmi yılda yaşamlarımızı güzelleştiren, bizleri eviren kardeş kulüp İçel Sanat Kulübü’ne tahsis etti piyanoyu. Kısa bir süre önce AKOB yönetimi İçel Sanat Kulübü Yönetimi’ni ziyaret etmiş ve onlara iki kulübün kardeş olmasını, kardeşliğin sözde kalmamasını, içinin somut projelerle doldurulmasını önermişti. İçel Sanat Kulübü yönetimi sıcak bakmıştı öneriye. Kardeşliğin ilk somut adımı olabilirdi bu piyano.
Hakan Gürkan piyano taşıyıcılarını buldu. İçel Sanat Kulübü Başkanı Teoman Sungur pikabıyla taşıttırdı. Mustafa Çıtak Adana’dan gelerek piyanoyu akort etti. Müfide İlhan Salonu yaz aylarında çok sıcak olduğu için Başkan Teoman Sungur bir yıldırım bağış kampanyası ile kendisinin, İbrahim Kırmızıel’in, Kemal Rastgeldi’nin, Zuhal Karamehmet’in, Turgay Oktar’ın, Hüseyin Çamak’ın, Celal Temel’in, Mahmut Açıkalın’ın, İsa Karşı’nın, Musa Timur’un, Ahmet Atakan’ın katkılarıyla bir salon kliması kazandırdı salona.
Bu salon bugüne kadar olduğu gibi yine bir resim galerisi olarak kullanılacak, konser günlerinde yan odalardan sandalyeler çıkartılıp dizilecek bir iki saatliğine, sergilenmekte olan resimler eşliğinde konser gerçekleştirilecek. Piyanolu, klimalı, bir galeri ve bir konser salonu daha var artık İçel Sanat Kulübü bünyesinde. Ressam Ahmet Yeşil Usta, kızma bu hususta, resim galerisi yine resim galerisi. Onlarcası var gelişmiş ülkelerin kentlerinde piyanolu böyle salonların. Piyano gelince, arıların çiçeğe konduğu gibi, diğer çalgılar da geliyor zamanla teker teker, çünkü bütün çalgılara uyum sağlayabilen, eşlik edebilen bir çalgı piyano.
Mersin’de resitallerin, oda müziği konserlerinin gerçekleştirileceği piyanosu olan küçük salonlara gereksinme var. Kültür Merkezi şeref salonuna, Atatürk Evi konferans salonuna, Kongre Merkezi büyük salonuna, Belediyelerin nikâh salonlarına piyano gerek. Müfide İlhan salonu bağışlanan piyanosuyla önemli bir gereksinmeyi karşılayacak.
28 Temmuz akşamı bağışlanan piyanonun hayatımıza katılmasının kutlaması gerçekleştirildi İSK Müfide İlhan Salonu’nda. İSK Başkanı Teoman Sungur açılış konuşması yaptı, Işıl Toksöz’e ve AKOB’a teşekkür etti. İSK ve AKOB kardeşliğinin mutluluk verdiğini, ufukta gelecek projelerin göründüğünü söyledi. Ardından ben son 20 yılda o salonun hayatımızda nasıl yer aldığını, hayatlarımıza neler kattığını, o salonda diğer binalar onarılıp kulübe katılmadan, İSK’nın ilk etkinliklerinin başladığını, bugünün Mersin’inin gelişen sanat hayatının o salondan ateşlendiğini anlattım ve ben de artık piyanolu bu salondan beklentilerimiz olduğunu söyledim. Ardından kutlama akşamına bir katkı olarak Hilmi Yavuz’un şiirlerinden okudum. Hilmi Yavuz’u birkaç yıl önce kulübün bahçesinde ağırlamıştık. Şairimiz Celal Soycan, ressamımız rahmetli Doğan Akça, Ayşe Aydoğan, Hilmi Yavuz’un öğrencisi Mersin Üniversitesi hocalarından Senem Duruel ve yine Mersin Üniversitesi hocalarından Hakan Erkılıç bir masada söyleşmiş, tarihi bir akşam yaşamıştık. Gürül gürül akan bir ırmağın kaynağındaydık o akşam. Kitabına “bağlılıkla” yazıp imzalamıştı Hilmi Yavuz. Aradan yıllar geçti. Bağlılığın gereğini yaptım, şiirlerini okudum konuklara. Belki yeni bir pencere açmışımdır o akşamın kimi konuğuna. Akşam başlamadan önce Celal Soycan telefonla aradı ünlü şairi, ”Şiirleriniz okunacak bu akşam burada, arkasından piyano ve viyolonsel resitali var.” dedi. Hilmi Yavuz sevgilerini gönderdi akşama.
Viyolonsel sanatçısı Hakan Gürkan son anda sürpriz bir kararla, küçük bir dinleti sunmaya hazırlanan Işıl Toksöz’e bu kutlama etkinliğinde birlikte çalmayı teklif etmişti. Birlikte J. Massenet’den, F.Schubert’ten, F. Mendelsohn’dan ve çağımızın ünlü tango bestecisi Astor Piazzola’dan oluşan, piyano ve viyolonsele uyarlanmış bir pot-pourri sundular dinleyicilere. Bol alkış aldılar. Güzel çiçek buketleri sunuldu kendilerine. Salonda sandalyeler yetmemiş, banklar da konmuş ve konseri ayakta izleyenler olmuştu. AKOB pişmiş topraktan yapılmış, elle boyanmış bir güvercin armağan etti Işıl Toksöz’e, Amerika’dan başarılarının haberlerini uçarak bize ulaştırabilmesi için.
Bahçeye indik sonra. Hayatımıza girmeseydi, hayatımızın eksik kalacağı bahçeye. Güzel insanların, yaşayan veya yitirdiğimiz ustaların gelmiş geçmiş olduğu, konuk edilmiş olduğu, sihirli akşamlar yaşanmış o bahçeye. Masalar birleştirilmiş uzun bir masa kurulmuştu yine. Remzi Usta’nın sumaklı, bol soğanlı, bol süs biberli kebabına hazırlıyorum kendimi. Az önce üst kattaki salonda şiirle, müzikle, mutlu yüzlerle üremiş coşku ve sevincin görünmeyen dalgaları ellerimize, yüzlerimize, gözlerimize yayılıyor. Yaşıyor olmanın, birlikte üretmenin ve yarını kurmanın, güzellikleri paylaşmanın tadına varmanın; insanın elinden, dilinden, sesinden, beyninden, yüreğinden çıkan estetiği, mahareti, mükemmelliği yakalayabilmenin hazzının toprağı ve iklimi burası. Bu ortak mutluluk başka bir dil. Harflerini, renklerini, seslerini, hareketlerini öğrenme, dinleme, izleme çabası göstermeden duyulamayacak, konuşulamayacak bir dil bu. Yoksa yabancı kalır bu toprakta, bu iklimde insan: duyamaz ki sesleri, birleştiremez ki harfleri, anlayamaz ki mahareti. Sonra kalkar Mersin Büyükşehir Belediyesi Meclis toplantısında: “Mersin Uluslararası Müzik Festivali’ni desteklemeyelim, orada bir elit kendi arasında eğleniyor!” deyiverir. Kimse o, tarihe de böyle geçecek işte!
Bir gemi yağmurun içinden bulutun içine. Bir güvercin geliyor, konuyor balkonumun demirine. Koşuyorum güvercine: “haber var Sokaklarımızda yürürken kimilerini çeviriyor kimileri: “Ne güzel işler yapıyorsunuz” diyorlar. Hâlbuki güneş kendiliğinden doğuyor, ay kendiliğinden batıyor. Onlar sorumlu değil ne ayın, ne güneşin doğuşundan, batışından. Onlar kapatılmış pencerelerin perdelerini çekiyorlar kenara sürgün evlerinin. İnsanlar bakıyorlar gök mavi, deniz çok yakın, köpükler beyaz, bir kadın şarkı söylüyor kırmızı, bir adam resmini yapıyor yeşil… Bir kadın geliyor deniz ötesinden, elleri tuşlara değiyor, çocukluğunu hatırlıyor kasketli adam gri. Demir alıyor mı, haber var mı”?